× Anasayfa Çalışma Alanları Makaleler İletişim




0553 223 83 90 info@avahmetakyuz.com

İşçi Alacak Davası Avukatı

İşçi Alacak Davası Avukatı


İş hukuku, işçi ve işveren arasında çalışma kurallarını belirleyen ve belirlenen bu çalışma kuralarındaki hukuki düzeni sağlamak amacıyla yapılmış yasal düzenlemelerdir.  Fakat iş hukuku kapsamında yapılan bu düzenlemelerde taraflar arasında hukuki ihtilafların meydana gelmesi çok sık karşılaşılan bir durumdur. Taraflar arasında meydana gelen hukuki ihtilafların büyük bir kısmı işçinin maddi kazanımlarını/tazminatlarını/hak ve alacaklarını elde edememesinden kaynaklanmaktadır. İşçilerin kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, fazla mesai alacağı, yıllık izin ücreti, ulusal bayram genel tatil ücreti ve hafta tatili gibi alacakları sulhen işveren tarafından ödenmediği takdirde; işçi, işçilik alacağı davası ile alacaklarını tazmin yoluna gitmektedir. Ancak önemle belirtmek gerekir ki; işçinin hak etmiş olduğu maddi kazanımlar, tazminatlar, hak ve alacaklar kanun ile koruma altına alınmıştır. İşveren tarafından işçinin yukarıda sayılan alacakları ödenmediği veya eksik ödendiği takdirde; işçi alacaklarını dava açarak tahsil etme yoluna gitmelidir. Bu noktada işçi alacak davası özellikli bir dava olduğundan; işçi, alacaklarını tahsil etmek için mutlaka bir uzman bir işçi avukatı ile bu davayı yürütmelidir. Aksi halde yapılan hatalı usuli işlemler hak kaybına sebebiyet verebilecektir.

 

İŞÇİ ALACAK DAVASI AVUKATI

 

Aslına bakılırsa avukatlık mesleği altında işçi alacakları avukatı veya işçi avukatı diye tabir edilen bir avukatı sınıfı yoktur. Fakat hukukun her alanında olduğu gibi iş hukuku alanı da çok kapsamlı bir mevzuata sahiptir. Bu sebeple iş hukuku kapsamında işçi alacaklarına yönelik kanunlar konusunda uzmanlaşmış avukatlar, işçi alacakları avukatı veya işçi avukatı diye tabir edilir. Ayrıca iş hukuku kapsamında işçi hakları ile ilgili uzmanlaşmış avukatlara da işçi avukatı denir. İzmir İş Mahkemelerinde açılan davaların büyük çoğunluğunu işçiler açmaktadır. Davaların konusu ise sıklıkla; kıdem tazminatı alacağı, ihbar tazminatı alacağı, fazla mesai ücreti alacağı, yıllık izin ücreti alacağı, ulusal bayram genel tatil ücreti alacağı ve hafta tatili alacağı işçi alacakları oluşturmaktadır. Bu alacaklardan kaynaklanan uyuşmazlıklar için kanuna göre öncelikle arabulucuya başvurmak zorunludur. Söz konusu uyuşmazlıklar arabulucuk aşamasında çözüme kavuşmazsa; yargı önüne taşınacaktır. Bu noktadan sonra tarafların sundukları delillerle haklılıklarını Mahkemeyi önünde ispatlamaları gerekmektedir. Aksi halde işçi haklı olduğu bir konuda dahi haksız duruma düşebilecek; alabileceği alacağı ya hiç alamayacak ya da daha az bir alacağa razı olmak zorunda kalacaktır. Bu nedenle; işçi alacak avukatı ile çalışmak bu davalar yönünden önem arz etmektedir.

 

İŞÇİ ALACAK DAVASI ÖRNEK YARGITAY KARARI

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU

E. 2015/22-127

K. 2018/559

T. 28.3.2018

 

* İŞÇİLİK ALACAKLARININ TAHSİLİ İSTEMİ ( Davaya Konu Alacakların Gerçekte Belirli Bir Alacak Olduğu ve Dolayısıyla Belirsiz Alacak Davasına Konu Edilemeyecekleri Nazara Alınarak Hukuk Genel Kurulunca da Benimsenen Özel Daire Bozma Kararına Uyulmak Gerekirken Önceki Kararda Direnilmesinin İsabetsiz Olduğu )

 

* KIDEM TAZMİNATI ( Davacı Vekilinin Müvekkili İşçinin Kıdem ve İhbar Tazminatına Esas Giydirilmiş Ücretini Dava Dilekçesinde Kesin Bir Biçimde Belirttiği/Bu Ücretin Davalı İşverence Düzenlenmiş Kıdem Tazminatı Bordrosunda Yazılı Çıplak Ücrete Ayni ve Nakdi Yardımların Eklendiği Giydirilmiş Ücret İle Aynı Olduğunun Dosya İçeriğinden Anlaşıldığı - Kıdem Tazminatı Alacağı Bakımından Bir Belirsizlikten Söz Etmenin Olanağı Bulunmadığı/Davacı İşçinin Kendisindeki Verilerle Kıdem Tazminatı Miktarını Belirleyebilecek Durumda Olduğu )

 

* İHBAR TAZMİNATI ( Davacı Hizmet Süresini ve Giydirilmiş Ücretini Bildiğine Göre İşyerinde Uygulanmakta Olan TİS'in İhbar Önellerine Dair Hükmünü Esas Alarak İhbar Tazminatı Miktarını Tespit Edebileceği )

 

* BELİRSİZ ALACAK DAVASI ( Davaya Konu Alacakların Gerçekte Belirli Bir Alacak Olduğu ve Dolayısıyla Belirsiz Alacak Davasına Konu Edilemeyecekleri Nazara Alınarak Hukuk Genel Kurulunca da Benimsenen Özel Daire Bozma Kararına Uyulmak Gerekirken Önceki Kararda Direnilmesinin İsabetsiz Olduğu - İşçilik Alacaklarının Tahsili İstemi )

 

ÖZET : 

Dava, işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından davaya konu edilen kıdem ve ihbar tazminatları, aylık ücret ve işyerinde uygulanmakta olan toplu iş sözleşmesinde hüküm altına alınan ikramiye ve yakacak yardımı alacaklarının belirsiz alacak olup olmadığı ve burada varılacak sonuca göre davacının belirsiz alacak davası açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

Davacı vekilinin dava dilekçesindeki açıklamaları dikkate alındığında hizmet süresinin davacı tarafça kesin olarak bilindiği, bu hususta bir belirsizliğin bulunmadığı görülmektedir. Her ne kadar davacı işçinin kullandığı raporlu günlerin hizmet süresinden sayılıp sayılmayacağı konusunda bir belirsizlik olduğu düşünülebilirse de, davacı vekili yasal dayanaklarını dava dilekçesinde belirterek bu sürelerin Kanunda öngörülen sınırı aşmadığını belirttiğine göre raporlu olunan süreleri dışlamadan hizmet süresini belirleyebilecek durumdadır.

Bundan başka davacı vekili, müvekkili işçinin kıdem ve ihbar tazminatına esas giydirilmiş ücretini dava dilekçesinde kesin bir biçimde belirtmiştir. Bu ücretin, davalı işverence düzenlenmiş kıdem tazminatı bordrosunda yazılı, çıplak ücrete ayni ve nakdi yardımların eklendiği giydirilmiş ücret ile aynı olduğu dosya içeriğinden anlaşılmaktadır.

Şu hâlde kıdem tazminatı alacağı bakımından bir belirsizlikten söz etmenin olanağı bulunmamaktadır. Davacı işçi kendisindeki verilerle kıdem tazminatı miktarını belirleyebilecek durumdadır.

Bunun gibi, davacı hizmet süresini ve giydirilmiş ücretini bildiğine göre işyerinde uygulanmakta olan TİS'in ihbar önellerine dair hükmünü esas alarak ihbar tazminatı miktarını tespit edebilir.

Öte yandan davacı davalı işverence ödenmesi gerektiği hâlde ödenmeyen ikramiye ile yakacak yardımının miktarını keza 2013 yılı Ekim ayından 4 günlük ücretini ve eklerini TİS hükümlerine göre belirleyebilir. Bu hâlde bu alacakların da belirsiz olduğundan, davacı işçinin objektif ya da subjektif belirleyememe hâli içinde bulunduğundan söz edilemez.

Davaya konu alacakların gerçekte belirli bir alacak olduğu ve dolayısıyla belirsiz alacak davasına konu edilemeyecekleri nazara alınarak, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi bozmayı gerektirmiştir.

 

DAVA : 

Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Uşak 2. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 11.02.2014 gün ve 2013/820 E. 2014/59 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 03.06.2014 gün ve 2014/7978 E.- 2014/15503 K. sayılı kararı ile;

"...Davacı vekili, davanın belirsiz alacak davası olduğunu belirterek, müvekkili işçinin iş sözleşmesinin haklı neden olmaksızın işverence feshedildiğini, işçilik alacaklarının ödenmediğini beyanla, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, aylık ücret ile toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan ikramiye ve yakacak yardımı alacaklarının hüküm altına alınmasını istemiştir.

Davalı vekili, davacının iş sözleşmesinin geçerli sebeple feshedildiğini, hak kazandığı tazminat ve işçilik alacaklarının ödendiğini beyanla davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, yazılı gerekçeyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.

Taraflar arasında öncelikle çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için gerekli şartları taşıyıp taşımadığı noktasında toplanmaktadır.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107. maddesiyle, mülga 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.

6100 Sayılı Kanun'un 107. maddesine göre,

"(1)Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.

(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir."

Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından, esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi üzerinde durularak ihdas edilmiş ve nihayetinde kanunlaşmıştır.

Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafca belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır.

Madde gerekçesinde "Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkansız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukuki yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukuki yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmi davaya dair yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hallerde bu yola başvurulması kabul edilemez." şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkanlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir.

6100 Sayılı Kanun'un 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de "karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)" belirlenebilme hali açıklanmıştır.

Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması, bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.

Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır (H. Pekcanıtez, Belirsiz Alacak Davası, Ankara 2011, s. 45; H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 448). Sadece alacak miktarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya da miktarın tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması halinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü gerekir ki, bu da kanunun amacına aykırıdır. Çünkü, zaten uyuşmazlık bulunduğu için dava açılmakta ve uyuşmazlık mahkeme önüne gelmektedir. Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkana sahip olup olmadığıdır. Burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Davacının talep ettiği alacağı belirlemesi objektif olarak mümkün, ancak belirleyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü, bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir, ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir.

Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 225).

Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Her bir davaya konu alacak bakımından, belirsiz alacak davasına dair ölçütlerin somut olaya uygulanarak, belirleme yapılması gereklidir.

Hakime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde (Örn: 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51,56), hakimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkansız olduğu kabul edilmelidir. Örneğin, iş hukuku uygulamasında, Yargıtayca, fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının yazılı belgelere ve işyeri kayıtlarına dayanmayıp, tanık anlatımlarına dayanması halinde, hesaba esas alınan süre ve alacağın miktarı nazara alınarak takdir edilecek uygun oranda hakkaniyet indirimi yapılması gerekliliği kabul edilmektedir. Bu halde, tanık anlatımlarına dayanılarak hesaplanan alacak miktarından hakimin takdir yetkisine bağlı olarak yapılacak indirim oranı baştan belirli olmadığından, alacak belirsiz kabul edilmelidir.

6100 Sayılı Kanun ile birlikte, yukarda belirtilen çerçevede belirsiz alacak davası açma imkanı tanınarak, belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkanı sınırlandırılmakla birlikte, tamamen kaldırılmamıştır.

Zaman zaman, 6100 Sayılı Kanun ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya dair yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür.

Kanunun kısmi dava açma imkanını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkandan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya dair 6100 Sayılı Kanun'un 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü, belirsiz alacak davasında zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkanlardan yararlanarak dava açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir. Oysa kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği prensibi gereği, anılan maddeyle kısmi davaya dair düzenleme yapıldığı düşünülerek ve Kanundaki sınırlamalara dikkat edilerek kısmi dava açılabilecektir.

Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira, burada talep açıktır, bu sebeple 6100 Sayılı Kanun'un 119/1-ğ maddesinin uygulanarak süre verilmesi mümkün değildir. Aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmelidir. Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki yarar değildir. Çünkü, dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki yarar değildir. Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkan sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usûl bakımından imkan yoktur. Böyle bir durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır (H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 454). Bunun yanında, şayet açılan davada asgari bir miktar gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu anlaşılmakla birlikte, belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla birlikte kısmi dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 Sayılı Kanun'un 119/1-ğ maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu belirtilmemiş olacaktır. Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep muğlaksa, aynı Kanunun 119/2 maddesi gereğince, davacıya bir haftalık kesin süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunun belirtilmesi istenmelidir. Verilen bu süreden sonra, davacının talebini açıklamasına göre bir yol izlenmelidir. Eğer talep, davacı tarafından belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman yukarıdaki şekilde hareket edilmeli, hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmelidir. Açıklamadan sonra talep belirsiz alacak davası şartlarını taşıyorsa, bu davanın sonuçlarına göre, talep kısmi davanın şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava yürütülerek karar verilmelidir (Dairemizin 31.12.2012 tarih 2012/30463 esas 2012/30091 karar sayılı kararı).

6100 Sayılı Kanun'un 110. maddesinde düzenlenen, davacının aynı davalıya karşı birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini aynı dava dilekçesinde ileri sürmesi olarak tanımlanan davaların yığılması (objektif dava birleşmesi) halinde, talep sayısı sayısı kadar dava bulunduğu kabul edildiğinden ve aynı Kanunun 297/2. maddesi uyarınca da her bir talep bakımından ayrı ayrı hüküm verilmesi gerektiğinden, bu durumda da dava dilekçesinde ileri sürülen taleplerin belirsiz alacak olup olmadığının her bir talep bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekecektir.

Tüm bu açıklamalar sonucunda şunu belirtmek gerekir ki, iş hukukundan kaynaklanan alacaklar bakımından baştan belirli veya belirsiz alacak davası şeklinde belirleme yapmak kural olarak doğru ve mümkün değildir. Bu sebeple iş hukukunda da belirsiz alacak davasının açılabilmesi, bu davanın açılması için gerekli şartların varlığına bağlıdır. Eğer bu şartlar varsa, iş hukukunda da belirsiz alacak davası açılabilir, yoksa açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 414). Keza aynı şey kısmi dava için de söz konusudur.

İş Hukukundan kaynaklanan davalarda sıkça karşılaşıldığı üzere, taraflar arasında çalışma süresi ve ücret miktarı yönlerinden uyuşmazlık bulunması, alacağı belirsiz hale getirmez. Keza, işçi çalışma süresini ve ücretini belirleyebilmektedir. İşçinin ne zamandan beri çalıştığını veya ücretinin ne kadar olduğunu bilmemesi hayatın olağan akışına aykırıdır. İşçinin kendisinin bilmediği çalışma süresini, tanıkların bildiğini veya bilirkişinin bileceğini farzetmek ispat kurallarına da aykırıdır. Keza tarafın yeterli şekilde somutlaştırıp kendisinin bilgisinde dahi olmadığını belirttiği bir hususun mahkemece bilinmesini beklemek de mümkün değildir.

İşverenin maddi hukuktan doğan yükümlülüklerini (belge ve bordro düzenleme gibi) yerine getirmemesi, tuttuğu belgelerin gerçeği yansıtmaması, davadan önce işçinin alacaklarını inkar etmesi ya da ikrar etmekle beraber yerine getirmemesi davacıya kural olarak belirsiz alacak davası açma imkanını vermez. İşçi bu durumlarda dahi, alacağının miktarını veya değerini belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açamaz (Simil, s. 412).

Somut olayda, dava dilekçesinde açıkça, davanın belirsiz alacak davası türünde açıldığı belirtilmiştir.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında, somut olayın özellikleri dikkate alınarak,dava dilekçesinde ileri sürülen taleplerin belirsiz alacak olup olmadığının ayrı ayrı değerlendirilmesi gereklidir.

Kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı alacakları bakımından, davacı, çalışma süresini ve kendisine en son ödenen aylık ücret miktarını belirleyebilmektedir. Tazminat hesaplamasına esas alınacak aylık ücrete ek para veya parayla ölçülebilen sosyal menfaatleri de, işyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesi hükümleri de nazara alınarak belirleyebilecek durumdadır. Bu halde söz konusu tazminat alacakları belirsiz alacak değildir.

İkramiye ve yakacak yardımı alacakları yönünden ise, davacı işyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesine dayanarak hak kazandığını iddia ettiği alacaklarının hüküm altına alınmasını talep etmektedir. Davacı, toplu iş sözleşmesi hükümlerine göre, hak kazandığı halde ödenmeyen, ikramiye ve yakacak yardımı miktarlarını belirleyebilecek durumdadır. Bu halde davaya konu ikramiye ve yakacak yardımı alacakları da belirsiz alacak değildir.

Aylık ücret alacağı bakımından ise, davacı 2013 yılının Ekim ayına dair dört günlük ücret alacağının hüküm altına alınmasını talep etmektedir. Yukarıda da belirtildiği üzere, davacı aylık ücret miktarını, kendisine işverence yapılan ödemeleri ve aylık ücretinin ödenmeyen kısmını belirleyebilecek durumda olduğundan, bu alacak da belirsiz alacak değildir.

Açıklanan sebeplerle, davaya konu alacakların gerçekte belirli bir alacak olduğu ve dolayısıyla belirsiz alacak davasına konu edilemeyecekleri nazara alınarak, hukuki yarar yokluğundan davanın reddi gerekirken, yazılı şekilde esasa girilerek karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir..."

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

 

KARAR : 

Dava işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.

Davacı vekili, davalıya ait işyerinde çalışan müvekkilinin iş sözleşmesinin haksız olarak feshedildiğini, son brüt ücretinin 2.610,81 TL olduğunu, aldığı raporların 4857 Sayılı İş Kanunu'nun 55. maddesinin (a) bendi ve 25. maddesinin birinci bendinin (b) alt bendi hükümlerinde belirtilen süreleri aşmadığını ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatları ile 2013 yılı Ekim ayından 4 günlük ücret, toplu iş sözleşmesine göre ödenmesi gereken ikramiye ve yakacak yardımı alacaklarının davalıdan tahsili için belirsiz alacak davası açmıştır.

Davalı vekili, feshin geçerli nedene dayandığını, davaya konu edilen alacakların ödendiğini belirterek davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, davacının 18 günlük ücretsiz izin süresinin mahsubu ile hizmet süresinin 13 yıl 3 ay 23 gün olduğu, iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedene dayanmadığı, davacının kıdem ve ihbar tazminatına hak kazandığı, dava tarihinden sonra ödenen ikramiye, ücret ve yakacak yardımı alacakları yönünden davanın konusuz kaldığı gerekçesi ile davanın kıdem ve ihbar tazminatı yönünden kabulüne, diğer alacaklar yönünden konusuz kaldığından hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verilmiştir.

Davalı işveren vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarda başlık bölümünde açıklanan sebeplerle bozulmuştur.

Mahkemece, TUİK verilerine göre çalışanların %41'inin kayıt dışı olduğu, kayıtlı olanların önemli bir kısmının gerçek ücretlerinin SGK'ya bildirilmediği, kamu veya özel sektörde faaliyet gösteren alt işverenlik ilişkilerinde yaygın olarak muvazaalı uygulamalara gidildiği, çalışma hayatı ya da sigorta denetimlerinin istenen düzeyde olmadığı, işçilere ücret hesap pusulası verilmesi, bireysel iş sözleşmesi imzalanması, günlük ve haftalık çalışma sürelerinin bildirilmesi şeklindeki yasal düzenlemelere işverence genelde uyulmadığı, işçilik alacaklarının hesaplanmasının bir çok unsura dayandığı, hesap unsurlarının herhangi birinde ortaya çıkacak uyuşmazlığın belirsiz alacak davası açılabileceği anlamına geldiği, hesap unsurlarının tartışmasız olması hâlinde bile işçinin eğitim durumu ve bilgisi doğrultusunda işçilik alacaklarını doğru şekilde belirlemesinin oldukça zor olduğu, hesap unsurlarının ciddi bir bölümünün işveren elinde olduğu, davaya konu alacağın miktar olarak belirlenmesi karşı tarafın vereceği bilgi sonucu mümkün ise alacağın tartışmalı ve belirli olmadığı sonucuna varılması gerektiği, davaya konu tazminat ve alacakların tartışmalı ve açıkça belirli olmadığı, yargılama sırasında hesap raporu alınmasını, tazminat ve alacağa esas ücretin tespit edilmesini gerektirdiği, davalının sunduğu kıdem tazminatı hesap pusulasındaki kıdem tazminatı miktarı ile bilirkişinin hesapladığı kıdem tazminatı miktarının farklı olmasının da davaya konu alacaklar bakımından hesap raporu alınmasını gerektirdiği, yargılama sırasında hesap verilerinin ortaya çıktığı bu sebeple belirsiz alacak davası açılması için gerekli şartların oluştuğu ve hukuki yararın bulunduğu gerekçesi ile önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararı davalı işveren vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından davaya konu edilen kıdem ve ihbar tazminatları, aylık ücret ve işyerinde uygulanmakta olan toplu iş sözleşmesinde hüküm altına alınan ikramiye ve yakacak yardımı alacaklarının belirsiz alacak olup olmadığı ve burada varılacak sonuca göre davacının belirsiz alacak davası açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle belirsiz alacak davasının hukuki niteliğinden bahsetmekte yarar bulunmaktadır.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun ( HMK) 107. maddesiyle mülga 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda (HUMK) yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.

6100 Sayılı Kanun'un 107. maddesinde yer alan,

"1-Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

2-)Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.

3-)Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir." şeklindeki hüküm ile belirsiz alacak davası düzenlenmiştir.

Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır.

Madde gerekçesinde; "bu davanın kabul edilmesinin artık salt hukukî korumanın ötesine geçilerek “etkin hukukî koruma”nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği belirtildiği gibi, hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilecektir. Belirsiz alacak ve tespit davalarına dair hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmaması ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir. Miktarı belirsiz alacaklarda zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin varolduğu hâllerde yalnızca tespit yahut kısmi eda ile birlikte tespit davasının açılabileceği genel olarak kabul edilmektedir. Alacaklı, yalnızca eda davası veya yalnızca tespit davası yahut kısmi eda ile birlikte külli tespit davası açabilme seçeneklerine sahip olduğu, hak-arama özgürlüğünün (Any.m.36, İHAS.m.6) özünde varolan bu seçenekler, yasa veya içtihat yoluyla yasaklanamayacağı, esasen tam veya kısmi olmasına bakılmaksızın her eda davasının temelinde bir külli tespit unsuru bulunduğu, başka deyimle eda hükmünde tertip olunan her durumun arkasında sorumluluk saptanmasını içeren bir zorunlu ön tespit kabulü mevcuttur." şeklindeki açıklamayla, alacağın belirsiz olup olmadığı ile ilgili olarak bazı kriterler kabul edilmiştir.

Bu kriterler, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin;

1-)Davacının kendisinden beklenememesi,

2-)Bunun olanaksız olması,

3-)Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.

Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usûl ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi yanında, davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve davaya konu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır.

İşçilik alacakları bakımından, davaya konu edilen alacağın belirli olup olmadığı ile ilgili olarak davanın açıldığı tarihte alacağın miktarının yahut değerinin tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin davacıdan beklenememesi kriteri ile açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktar ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması kriterini birlikte değerlendirip sonuca gidilmesi gerekir.

İş sözleşmesinde, iş görme edimini yerine getiren ve belge düzenleme yetkisi ve yükümlülüğü bulunmayan işçinin, alacaklarını belirleyebilmesi için işveren tarafından düzenlenen yasaya uygun belgelere ihtiyaç duyulmaktadır. Diğer yandan iş ilişkisindeki alacak kalemlerinin hesaplanmasında çıplak ücret ya da giydirilmiş ücrete göre hesaplanan farklı alacak türleri bulunmaktadır. Örneğin kıdem tazminatı, giydirilmiş ücretten hesaplanırken, diğer işçilik alacakları (fazla çalışma, hafta tatili, yıllık ücretli izin alacakları gibi) çıplak ücretten hesaplanmaktadır. Giydirilmiş ücrete, işçinin asıl ücretine ek olarak sağlanan para veya para ile ölçülebilen menfaatler de dâhil edilmektedir.

Öncelikle şu hususa değinmek gerekir ki, işçilik alacaklarına dair davaların genel bir yaklaşımla, belirsiz alacak davası olduğu söylenemez. Ancak belirsiz alacak davasının açılabilmesinin koşulu olan talep sonucunun belirlenmesi alacaklıdan beklenemeyecek kadar zor ise şüphesiz bu tür talepler belirsiz alacak davası olarak açılabilecektir. Örneğin, kıdem tazminatı da dâhil olmak üzere bir iş kazasından kaynaklanan veya bunun gibi alacağın tam belirlenemediği özel durumlarda belirsiz alacak davası açma imkanı mevcuttur (Pekcanıtez H., Belirsiz Alacak Davasının İş Hukukunda Uygulaması, DEÜ Hukuk Fakültesi Dergisi, Yıl:2013, Cilt:XXV (Özel Sayı Prof. Dr. M. Polat Soyer'e Armağan), İzmir 2014, s. 949).

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.12.2012 gün ve 2012/9-838 E.- 2012/715 K. sayılı kararında belirtildiği üzere işçilik alacaklarının özelliği dikkate alınarak alacakların belirli olduğunu söylemek mutlak olarak doğru olmadığı gibi, aksinin kabulü de doğru değildir. Aynı şekilde bu sebeple talep konusu işçilik alacakları belirli olup olmadığının somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru olacaktır.

Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.06.2015 gün ve 2015/22-1156 E-2015/1598 K., 22.06.2016 gün ve 2016/22-874 E.-2016/824 K., 17.01.2018 gün ve 2016/22-2177 E.-2018/29 K. ve 17.01.2018 gün ve 2016/22-2181 E.-2018/24 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler kabul edilmiştir.

Öte yandan işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı konusunda Yargıtay'ın iş davalarına bakan Daireleri olan 7, 9 ve 22. Hukuk Daireleri ile Hukuk Genel Kurulu içtihatları arasında ortaya çıkan farklılığın giderilmesi için Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunca yapılan değerlendirme sonucunda 15.12.2017 gün ve 2016/6 E.-2017/5 K. sayılı kararı ile işçilik alacaklarının çok çeşitli tür, nitelik ve kapsamda olması, somut olayın özelliklerine göre oldukça değişkenlik göstermesi, hatta aynı tür işçilik alacaklarında dahi somut olayın özellikleri itibariyle işçilik alacaklarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı konusunda soyut ve genel nitelikte, her bir olayda geçerli olacak ölçüde bir karar alınamayacağı belirtilmek sureti ile içtihadı birleştirmeye gerek olup olmadığı ön sorun olarak tartışılmış ve sonuç olarak içtihadı birleştirmeye gerek olmadığı yönünde karar verilmiştir.

Bu itibarla işçilik alacaklarının belirsiz alacak olup olmadığı ve buna bağlı olarak belirsiz alacak davası açılıp açılamayacağının her somut olayın özelliğine göre kendi özelinde değerlendirilmesi gerekecektir.

Bu noktada, davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı ancak alacağın gerçekte belirlenebilir bir alacak olduğunun anlaşılması durumunda nasıl bir yol izleneceği hususu açığa kavuşturulmalıdır.

İlk olarak dava şartları ve dava şartlarından olan hukuki yarar kavramının üzerinde kısaca durulmasında yarar bulunmaktadır.

Dava şartları 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 114-115'inci maddelerinde düzenlenmiş olup davanın esası hakkında yargılama yapılabilmesi için varlığı veya yokluğu gerekli olan hâllerdir.

Dava şartlarından biri olmadan açılan dava da, açılmış (var) sayılır, yani derdesttir. Ancak, mahkeme, dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince, kural olarak davanın esası hakkında inceleme yapamaz; davayı (kural olarak) dava şartı yokluğundan (usulden) reddetmekle yükümlüdür (m. 115/2, c. 1; istisna m. 115/2, c. 1 ve c. 2) (Kuru, B.: Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Legal Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul 2015, s.120).

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 114. maddesinin birinci fıkrasının (h) bendine göre davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması bir dava şartıdır. Maddenin gerekçesinde; “Burada sözü edilen hukuki yarardan maksat, davacının sübjektif hakkına hukuki korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hâli hazırda hukuken korunmaya değer bir yararın bulunmasıdır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için, hâli hazırda mahkeme kararına muhtaç konumda değilse onun hukuki yararının bulunduğundan söz etmek mümkün değildir.” şeklinde açıklanmıştır.

Davacının dava açmaktaki yararının hukuki, korunmaya değer, güncel ve dava açıldığı anda var olması gerekmektedir.

Belirsiz alacak davası yönünden konu değerlendirildiğinde, belirsiz alacak davasının koşulları bulunmadığı hâlde bu tür davanın açılması durumunda, davanın açılmasında hukuki yararın bulunmadığı kabul edilmeli ancak hâkim bu hukuki yarar eksikliğinin tamamlanması için davacıya süre vermemelidir. Bazı dava şartı eksikliği sonradan tamamlanabilse de, hukuki yarar şartı eksikliği tamamlanamaz. Çünkü açıklandığı üzere dava şartları dava açıldığı tarih esas alınarak belirlenir (Pekcanıtez, a.g.e, s. 954).

Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.03.2018 gün, 2014/22-2350 E., 2018/439 K. sayılı kararında da hukuki yararın, tamamlanamayacak bir dava şartı olduğu kabul edilmiştir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı vekili müvekkilinin 24.05.2000-04.10.2013 tarihleri arasında davalı şirkete ait işyerinde çalıştığını, kıdeme esas brüt ücretinin 2.610,81 TL olduğunu, davacının kullandığı raporların 4857 Sayılı İş Kanunu'nun 55/a ve 25/II-b maddelerinde belirtilen süreleri aşmadığını, işyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesine göre ödenmesi gereken iki aylık ücreti tutarındaki ikramiyenin ve yakacak yardımının ayrıca 2013 yılı Ekim ayından dört günlük ücretinin ödenmediğini iddia etmiştir.

Türkiye Çimento Seramik Toprak ve Cam Sanayii İşçileri Sendikası (T. 28.03.2018Çimse-İş ) ile davalı şirket arasında aktedilen 01.08.2011-31.07.2013 yürürlük süreli İşyeri Toplu İş Sözleşmesinin (TİS) 27, 28, 29, 37, 38, 40, 49, 51, 57. maddelerinde kıdem ve ihbar tazminatları ile aylık ücret ve zam oranları, ayni ve nakdi olarak yapılacak sosyal yardımlar, ikramiye ve yakacak yardımına dair ayrıntılı düzenlemeler bulunmaktadır. Bu hükümlere göre 31.07.2007 tarihinden önce işe girmiş olan işçilere 35 günlük ücret üzerinden kıdem tazminatı ödenmesi gerekeceği gibi; hizmet süresi 36 aydan fazla olan işçiler bakımından ihbar öneli 60 gün olarak uygulanacaktır. Yine sendika üyesi işçilere sözleşmenin birinci ve ikinci yıllarında iki ayda bir 20'şer günlük ücretleri tutarında ikramiye ödemesi yapılacaktır. Her yıl Eylül ayında ise üç ton linyit kömürünün valiliklerce belirlenmiş olan bedeli işçiye net olarak ödenecektir.

Bu hükümler yanında davacı vekilinin dava dilekçesindeki açıklamaları dikkate alındığında hizmet süresinin davacı tarafça kesin olarak bilindiği, bu hususta bir belirsizliğin bulunmadığı görülmektedir. Her ne kadar davacı işçinin kullandığı raporlu günlerin hizmet süresinden sayılıp sayılmayacağı konusunda bir belirsizlik olduğu düşünülebilirse de, davacı vekili yasal dayanaklarını dava dilekçesinde belirterek bu sürelerin Kanunda öngörülen sınırı aşmadığını belirttiğine göre raporlu olunan süreleri dışlamadan hizmet süresini belirleyebilecek durumdadır.

Bundan başka davacı vekili, müvekkili işçinin kıdem ve ihbar tazminatına esas giydirilmiş ücretini dava dilekçesinde kesin bir biçimde belirtmiştir. Bu ücretin, davalı işverence düzenlenmiş kıdem tazminatı bordrosunda yazılı, çıplak ücrete ayni ve nakdi yardımların eklendiği giydirilmiş ücret ile aynı olduğu dosya içeriğinden anlaşılmaktadır.

Şu hâlde kıdem tazminatı alacağı bakımından bir belirsizlikten söz etmenin olanağı bulunmamaktadır. Davacı işçi kendisindeki verilerle kıdem tazminatı miktarını belirleyebilecek durumdadır.

Bunun gibi, davacı hizmet süresini ve giydirilmiş ücretini bildiğine göre işyerinde uygulanmakta olan TİS'in ihbar önellerine dair hükmünü esas alarak ihbar tazminatını miktarını tespit edebilir.

Öte yandan davacı davalı işverence ödenmesi gerektiği hâlde ödenmeyen ikramiye ile yakacak yardımının miktarını keza 2013 yılı Ekim ayından 4 günlük ücretini ve eklerini TİS hükümlerine göre belirleyebilir. Bu hâlde bu alacakların da belirsiz olduğundan, davacı işçinin objektif ya da subjektif belirleyememe hâli içinde bulunduğundan söz edilemez.

Her ne kadar Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında davalı işverenin hesapladığı kıdem tazminatı miktarı ile bilirkişinin hesapladığı kıdem tazminatı miktarının farklı olduğu, işverenin dahi yapamadığı bir hesabı yapmasının işçiden beklenemeyeceği, bu sebeple alacakların belirsiz olduğu; ayrıca HMK'nın Geçici 3. maddesi atfı ile uygulanmak olan mülga 1086 Sayılı HUMK'un 428. maddesi hükmü uyarınca taraflarca ileri sürülmeyen somut olaydaki gibi bir hususun resen tek başına bozma nedeni yapılmasının mümkün olmadığı, ancak başka bozma nedenleri ile varsa bunun da bozma nedeni yapılabileceği, direnme kararının bu sebeplerle onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de, Kurul çoğunluğu tarafından bu görüşler benimsenmemiştir.

Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi doğru olmamıştır.

Bu sebeple direnme kararı bozulmalıdır.

 

SONUÇ : 

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz harcının yatırana iadesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 28.03.2018 gününde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.

 

KARŞI OY

Dava, davacı işçinin iş sözleşmesinin haklı nedenlere dayanılmaksızın feshi sebebiyle ödenmeyen işçilik alacaklarının tahsiline ilişkindir. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda, kıdem ve ihtar tazminatına dair taleplerin kabulüne, diğer alacak kalemleri dava sırasında ödendiğinden davanın konusuz kalması sebebiyle karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Mezkur kararın davalı vekilince temyizi üzerine, Yargıtay 22. HD'nce verilen ve yukarda özetlenen gerekçe ile davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı, davaya konu tüm alacak kalemlerinin belirlenebilir olduğu şeklinde özetlenebilecek gerekçe ile davanın reddine hükmedilmek üzere yerel mahkeme kararının bozulmasına karar verilmiş, yerel mahkemece yine yukarda açıklanan gerekçe ile önceki kararda direnilmiştir.

Bu durumda yerel mahkeme ile özel daire arasındaki uyuşmazlık, davanın belirsiz alacak davası olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğinde toplanmakla birlikte, bu hususta bir değerlendirme yapılmadan önce, HGK tarafından, yerel mahkemenin direnme kararını usule dair sebeplerle bozan 22. HD'nce bu yönde bir bozma yapılmasının mümkün olup olmadığını evleviyetle incelenmesi gerekir.

6100 Sayılı HMK'nın Geçici 3/2. maddesi delaletiyle temyiz incelemesinde uygulanması gereken 1086 Sayılı HUMK'nın 5236 Sayılı Kanun ile değişiklikten önceki 428/2. maddesi "Usulü muhakemeye muhalefetten dolayı bir hükmün nakzolunabilmesi, mahkemeye ait vezaifte usulü muhakemenin ihlal olunmasına ve işbu kusur ve hatanın lahik olan hükmü tağyir edecek derecede bulunmasına veya müddei, yahut müddeialeyh tarafından usulü muhakemenin tağyir ve ihlal olunduğunu ispat edecek derecede itiraz olunup da mahkemede tetkik edilmemiş olmasına mütevakkıftır." hükmünü içermektedir.

Bu bağlamda olaya yaklaşıldığında, yerel mahkemenin ilk kararının, hem de konusuz kalan alacak kalemlerini de içerecek şekilde davanın belirsiz alacak davası olarak yanlış nitelendirilmesine dayalı olarak hukuki yarar yokluğuna ilişen dava şartı sebebiyle reddi gerektiği gerekçesiyle bozulması için söz konusu yasa maddesinde belirtilen koşulların var olup olmadığına bakılmalıdır. Dava dosyası kapsamı uyarınca, bu yönde bir bozma kararı verilebilmesinin hiçbir koşulu mevcut değildir. Davalı yanın, davacı tarafından açılan davanın belirsiz alacak davası olarak nitelendirilmesi konusunda, yargılama boyunca herhangi bir itirazı bulunmadığı gibi mahkemece davanın bu yönde nitelendirilmiş olmasının yanlış olması halinde dahi, yerel mahkemece kurulan hükmü tağyir edecek derecede önemli bir usul hatası olarak nitelendirilemez.

Tüm bu nedenlerle, yerel mahkemenin direnme kararının, açıklanan çerçevede gerekçe ile onanması görüşünde bulunduğumdan, özel dairece yasaya aykırı olarak verilen bozma kararının benimsenmesi ve direnme kararının bozulması yolundaki çoğunluk düşüncesine katılamıyorum.

 

Avukat Ahmet AKYÜZ / İZMİR

 

 

#İşçi Avukatı  #İşçilik Alacak Davası Avukatı  #İzmir İşçi Tazminat Avukatı  #Gaziemir İşçi Avukatı  #Gaziemir İşçi Alacak Avukatı  #İşçilik Davası #İşçilik Alacağı Davası #Gaziemir iş işçi avukatı #işyerine dava açmak

#İzmir Tazminat Avukatı #Gaziemir İş Davası Avukatı  #Menderes İşçilik Avukatı  #İzmir İşçi Tazminatı Avukatı  #İş Davası Avukatı  #İş Alacak Davası #İş Davası Nasıl Açılır #Gaziemir tazminat avukatı # işçi gaziemir

#Gaziemir Sarnıç İşçi Avukatı  #Menderes İşçi Avukat  #Torbalı İş Avukatı  #Karabağlar Avukatı  #İzmir İş Davası Avukatı  #Uzman İşçi Avukatı #İşçi Yıpranma Tazminatı #tazminatımı nasıl alırım #gaziemirin en iyi avukatı

#en iyi işçi avukatları #iş davasında uzman avukat gaziemir #gaziemir serbest bölge işçi avukatları #avukatlık bürosu işçi davaları izmir #özel okul öğretmen avukatı gaziemir #fabrika işçi avukatı #sendika işçi avukatı gaziemir

#işyerimden nasıl tazminat alırım #işyeri dava avukatı #en iyi işçi avukatı izmir #izmirde en iyi işçi avukatı #özel okul tazminat avukatı gaziemir #özel okul tazminat avukatı menderes #kıdem ihbar fazla mesai avukatı gaziemir